SuperTR®,Online Oyunlar,Spor,Eğitim,Private Serverler
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Korku Ve Gerilim Hikayeleri

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
RedPearL
Admin



Mesaj Sayısı : 133
Kayıt tarihi : 23/10/10

Korku Ve Gerilim Hikayeleri Empty
MesajKonu: Korku Ve Gerilim Hikayeleri   Korku Ve Gerilim Hikayeleri I_icon_minitimePaz Ekim 24, 2010 1:27 am

Nina, En Sevdiğim Bebeğim
Kırmızı elbisesini giymişti Nina. Sokak lambasının ışığı vurdukça, elbisenin altında, ince vücudunun tüm hatları belli oluyordu. Her zaman tepede topladığı saçlarını, bu gece açık bırakmıştı. Bir kuzgunun tüyleri kadar siyah ve parlak saçları, hafif hafif esen rüzgarın ritmine uygun olarak, hafifçe dalgalanıyordu. Beyaz, solgun yüzündeki tek renk,elbisesiyle aynı renk ruj sürdüğü dudaklarındaydı. Sırtını, erkek köpeklerin işaret bırakmak, insan türünden erkeklerin ise eve kadar dayanamadıkları için çişini yaptığı ve bu yüzden sidik kokusunun sindiği sokak lambasının direğine yasladı. Dizinin bir karış üzerinde biten elbisesinin eteğini biraz daha yukarı çekti çünkü ileriden siyah bir mercedes geliyordu. Gecenin ilk müşterisi olabilirdi bu. Avının kokusunu almış bir aslan gibi, araba Nina’nın yanında durdu. Nina gülümseyerek arabanın açık camına doğru eğildi. Elbisesinin geniş yakasından vücudu göbeğine kadar gözüküyordu. Müşteri bir yandan Nina’yla pazarlık yapıyor, bir yandan da kızın vücudunu incelemeye çalışıyordu. Pazarlıkta anlaştılar ve Nina arabaya bindi.

Araba gözden kaybolduktan sonra, Edward saklandığı duvarın arkasından çıktı. Nina, hiçbir zaman sahip olamayacağı Nina, yine bir başkasının olacaktı bu gece. Tam iki yıl, üç ay dokuz gündür, yani Nina oturduğu sokağa taşındığından bu yana deli gibi aşıktı ona.Ellerini ceketinin cebine sokup, Nina’nın az önce yaslandığı sokak lambasına doğru yürüdü. Lambanın yanına gelince durup, ellerini cebinden çıkardı ve az önce kızın yaslandığı lambanın direğini okşamaya başladı. Dokunduğu soğuk direk değildi, Nina’nın solgun, pürüzsüz teniydi. Parmakları yüzünde, dudaklarında, saçlarında, Nina’nın tüm vücudundaydı. Biraz daha yaklaştı ve belki de uzun zamandır kendini bekleyen dudakları öptü. Omzuna dokunan bir el, daldığı hayal aleminden çıkmasını sağladı. Nina’nın ince narin bedeninin aksine oldukça iri bir bedene sahip, sarışın bir fahişe, sigara içmekten sararan dişlerini göstererek sırıtıyordu. Edward fahişeyi hiç görmemiş gibi yaparak tekrar ellerini cebine sokup, geldiği yöne doğru yürüdü. Fahişe bu işten memnun değildi. Hem Edward’ın peşi sıra yürüyor, hem de onunla konuşmaya çalışıyordu.

“Seni bambaşka bir dünya götürmemi ister misin?”
“Hayır. Git başımdan.”
“Hadi, yapma! Çok güzel olacak.”
“Git başımdan, beni takip etmeyi bırak.”

Edward kadını tersledikçe, o daha da hırslanıyor, Edward’ı takip etmeye devam ediyordu.

“Sen erkek değil misin yoksa?”
“…”
“Cevap versene, bir bozukluk mu var? Varsa ben düzeltirim.”
“Hiçbir bozukluğum yok. Git başımdan.”
“Bak, sana ilk görüşte kanım ısındı. Fiyatta bir kolaylık…”

Daha sözünü bitiremeden, Edward kadının boynunu tek eliyle tutmuş, sıkıyordu.

“Sana başımdan gitmeni söyledim, defol lanet olası sürtük.”

Kadın boynunu Edward’ın elinden kurtardıktan sonra, küfürler savurarak gecenin karanlığına karıştı. Nina’yı kendilerinden biri yaptıkları için, fahişelerden nefret ediyordu. Nina’nın şu anda bir başka erkeğin kollarında olduğu aklına geldi yine. Boğazında canını acıtan bir yumru vardı. Her zaman orda olan ve orada kalacak bir yumru. Kendini ne kadar zorlasa da bu gece de ağlayamamıştı.

Sabah gün doğmadan açmıştı dükkanını. İki katlı, küçük bir hediyelik eşya dükkanıydı burası. Sattığı ürünlerin çoğunu kendi yapıyordu. Yapmaktan en çok zevk aldığı ürün ise içlerini samanla doldurarak yaptığı, oyuncak bebeklerdi. Dükkanının üst katını hem ev, hem de atölye olarak kullanıyordu. Dükkanın sevdiği bir yanı da Nina’nın oturduğu apartmana yakın olmasıydı. Nina daha önce dükkana gelmemişti ama her sabah gazete ve ekmek almak için markete giderken, mutlaka Edward’ın dükkanının önünden geçerdi. Bu geçiş asla bitmesini istemediği bir filmdi sanki. Elinde olsa filmi sürekli başa sarar, Nina’nın salınarak dükkanın önünden geçişini devamlı izlerdi.



Öğlen on ikiye doğru, dualarının kabul olduğu söylenebilirdi. Edward saman bebeklerden birinin kopmak üzere olan gözünü dikerken, kapı açıldığını haber veren minik zil her zamanki neşesiyle çaldı. Edward gözündeki gözlükleri burnuna doğru indirip, gelenin kim olduğuna baktı. Karşısında Nina’yı görünce, doğru görüp görmediğini anlamak için, bir kez de gözlüklerini takıp baktı. Gördüğü şey doğruydu, Nina gelmişti. Kekeleyerek “Hoş geldiniz” dedi.

Nina, Edward’ın aksine oldukça rahattı. Ağzındaki sakızı çıkarıp, konuşmaya başladı.

“Merhaba. Bir arkadaşım için hediyelik eşya bakıyorum. Yardımcı olur musunuz?”

Edward tezgahın arkasından çıkarak, Nina’nın yanına geldi ve ona alternatifleri sıraladı. Kız saman bebeklerden birini eline alıp incelerken, kendisinin de Edward tarafından incelendiğinin farkında değildi. Beyaz, yakası dantelli ve biraz da dekolte bir bluz, altına da dizleri yırtık bir kot pantolon giymişti. Saçları topuzdu. Yüzünde makyaj yoktu. Edward, Nina’ya doğru biraz daha yaklaştı. Gözleri, kızın nefes alıp verdikçe inip çıkan, dolgun göğüslerindeydi. Ama onu asıl cezbeden kızın daha önce hiçbir yerde duymadığı teninin kokusuydu. Nina adamın kendini incelediğini fark edince bilinçli bir şekilde parmağıyla göğsünü kaşıdı.Edward kıpkırmızı olduğunu hissetmişti.

“Bu bebekler çok güzel.”
“Kendim yapıyorum onları.”
“Sahi mi? Gerçekten çok yeteneklisiniz. Sanırım ben bunu alacağım.”

Aniden Edward’ın içinde bir duygu belirdi. Nina’ya sahip olmak istiyordu. Bedenine sahip olmak isteği değildi bu, farklı bir şeydi. Nina’nın her zaman yanında olmasını, bedeninden bir parça olmasını istiyordu. Bu olursa ancak bugün olabilirdi. Nina bir daha buraya gelmeyebilirdi.

“İsterseniz daha güzel modellerde var, yukarıdaki atölyemde. Birlikte çıkıp bakabiliriz.”

Nina,Edward’ın bu önerisinin altında başka bir istek olduğunu seziyordu. Yine de Edward’ın önerisine “evet” deyip onunla birlikte yukarı çıktı. Edward, yukarı çıktıktan sonra izin isteyip, tekrar aşağı indi ve dükkanının kapısını kilitleyip, açık yazısını ters çevirdi. Yukarı çıkmadan önce hediyelik olarak sattığı aynalardan birinde yüzünü inceledi bir süre. Yakışıklı biri değildi ama çirkinde sayılmazdı. Yüzünü beğenirdi, biraz iri olan burnunun dışında. Sanki kendinin değil de bir başkasının burnuydu bu. O yüzden, yüzüne yakıştıramıyordu burnunu. Yine de çok kötü sayılmazdı. Çoğu arkadaşı burnunun ona karizmatik bir hava verdiğini söylerlerdi. Aynada bir süre daha kendine baktıktan sonra, pek özen göstermediği saçlarını eliyle düzeltip, aynanın karşısından ayrıldı.



Üst kata çıktığında, Nina’nın kendisini üstündeki bluzu çıkarmış, sütyeniyle beklerken buldu. Utangaç bir çocuk gibi başını önüne eğdi.

“Ha…hayır, benim niyetim sizinle…”
Nina, Edward sözünü tamamlamadan bluzünü tekrar giydi.
“Affedersiniz, ben sanmıştım ki…Gerçekten çok aptalım.”
“Hayır, lütfen böyle konuşmayın.”
“Sanırım gitsem iyi olur.”

Nina merdivenlerden inecekken, Edward kızın kolundan tuttu.

“Biraz daha kalamaz mısın?”

Nina, Edward’ın gözlerine baktı. Bu anlamlı bakan, mavi gözlerin içinde kendini görmüştü. Uzun zamandır orada olmalıydı. Hiçbir şey söylemeden adama sarıldı. Edward kızın vücudunu kendi vücuduna iyice bastırırken, gözü çalışma masasının üstündeki makasa ilişti. Çok yakındı, alabilirdi. Hissettirmeden makası aldı ve kızın sırtına saplandı. Nina acı içinde haykırarak, sırtındaki makasla birlikte yere düştü. Edward, Nina’nın ne olduğunu anlamasına izin vermeden, sırtına saplı makası alıp, bu sefer de, kalbine sapladı. Tek sefer işe yaramıştı, Nina ölüydü artık. Edward, kırılacak bir eşyayı taşıyormuş gibi, yavaşça Nina’yı kucağına alıp, banyoya gitti. Kızı soyduktan sonra, çıplak bedenini küvete koydu.

“Beni affet, bunu yapmazsam asla benden bir parça olmazsın. Sen hep benim yanımda kalmalısın Nina. Güzel bedenin, o iğrenç adamların yatağında olmamalı. Sen bana aitsin Nina ve hep öyle kalacaksın.”

Kızın bedeninden akan kanın bir kısmını, küçük bir pet şişeye doldurdu. Karnını yardı ve iç organlarını çıkarmaya başladı. Çıkardığı her organı, yere serdiği gazetelerin üzerine koyuyordu. Karnından sonra, göğüslerini kesti. Nina’nın hiçbir zaman kendini sevmeyen kalbi avuçlarındaydı. Elinin tersiyle alnındaki terleri sildi ve mutfağa gidip, küçük satırını aldı. Nina’nın kafasının üst kısmını kesip, beynini çıkardı. Tüm bunları yaparken, ellerini yıkayıp aşağı iniyor, gelen müşterilere yardımcı oluyordu. Nina’yı parçalara ayırırken, önlük taktığı için, üzerinde hiçbir kan lekesi yoktu.

Güneş batarken, Nina’nın içini tamamen boşaltmıştı. Yerdeki iç organlarını alıp, büyük bir tencereye koydu. Gözü yerde duran kan dolu şişeye ilişti. Şişeyi alıp, kanın kokusunu içine çektikten sonra, bir iki yudumunu içti.

“Nina, hep içimde olmalısın.”

Karnı acıkmıştı. Yemekte Nina vardı, içkisi de Nina’ydı.Tıpkı saman bebeklere yaptığı gibi, büyük bir itinayla, samanları Nina’nın boş bedenine yerleştirmeye başladı. Yerleştirme işi bittikten sonra, yine itinayla kızın derisini dikti. Artık sabit durmayan boynunu desteklemek için, kalın bir iple sarmıştı. Sıra gözlere ve ağza gelmişti. Önce kırmızı bir iple ağzını dikti. Dikiş aşağı doğru gidiyor, kızın yüzüne hüzünlü bir hava veriyordu. Gözlerini çıkaracağı sırada durdu. Bunu yapamazdı. Sevgili Nina’sının gözleri hep ona bakmalıydı. Gözlerini çıkarmadı ama göz kapaklarının bir daha kapanmaması için onları dikti. Kıyafetlerini de giydirdikten sonra, her şey bitmişti. Nina’yı yatak odasına götürüp, yatağının üzerine koydu. Bir iki adım geri çekilip, şaheserini inceledi.

Nina’nın kaybolmasından üç gün sonra, polisler kızın en son Edward’ın dükkanında görüldüğünü öğrenmişlerdi. Edward polisleri görünce heyecanlanıp, biri diğerini tutmayan bilgiler verdi. Polisler iyice şüphelenip, üst katta dahil dükkanın her yanını didik didik aramaya başladılar.

Polis memuru Catherine girdiği odanın ışığını açtı. Odada büyük bir yatak, yatağın üzerinde de bir bebek vardı. Catherine yavaşça bebeğe doğru yaklaştığında, onun parıldayan gözlerini gördü. Şimdiye kadar böyle bir şeyle karşılaşmamıştı. Heyecanı biraz geçtikten sonra arkadaşlarına seslendi; “Onu buldum sanırım”. Edward alt katta bekleyen polislerden birine doğru yaklaşarak, kelepçeyi takması için kollarını uzattı. Tüm polisler ve elleri kelepçeli Edward dükkandan çıkarken, Catherine geri dönüp, Nina’nın bluzüne kırmızı bir iplikle işlenmiş yazıyı okudu.

“Nina, en sevdiğim bebeğim.”

Eskici
Çocuk süt içmeyi sevmez. Arkadaşıyla birlikte lego oynamakla meşguldür. Annesinin ağzına dayadığı sütü elinin tersiyle iter, kafasını yana çevirir. Anne sinirlenir. Ona yıllarca bakmıştır, büyütmüştür, boklu bezlerini yıkamıştır. Karşılığında oğlu beş saniyesini ayırıp da sütünü içmeye tenezzül etmiyordur. Şu çocuklar ne kadar da nankördür. Anne önce çocuğun “sidik yarışı” merakını kullanır: “Bak, arkadaşın süt içmeyi çok seviyormuş, her gün sütünü içermiş, di mi Abdullah?” “Övöt töyzö!”

Bu yöntem işe yaramayınca anne bu sefer de oğlunun “paylaşmaktan nefret etme” özelliğini kullanıp çocuğun tapulu malı olan sütü arkadaşına ikram etmekle tehdit eder: “O zaman ben de Abdullah’a veririm. Apocuuum, iç bakıyım oğlumun sütünü.” Çocuktan yine bir tepki gelmez. Anne, sütü Abdullah’ın elinden zar zor kurtardıktan sonra sinirlenmeye başlamıştır, sert oynamaya karar verir. Anne bilmez ki çocuk; sütü kaynar bir içecek olduğunu sandığı için içmek istemez. Küçük bir hayvanı öldürebilecek sıcaklıktaki sütü anne bilerek soğutmamıştır, çünkü nereden öğrendiğini hatırlamamakla birlikte, soğuyan sütün vitamininin “kaçacağına” inanır. Bu vitamin nereye kaçar, atmosfere mi karışır, difüzyonla dağılmaya mı uğrar, onları hiç merak etmez.

Annenin yardımına sokaktan geçen eskicinin bilinmeyen bir dilde söylediği savaş çığlığı koşar:

“İeeskileralırımeskiciyyyya!”

Anne: “Bak! Eskici geldi işte! Sütünü içmediğini öğrenmiş. Çabuk iç sütünü, vallahi götürür sonra seni” diyerek kendi oğlunu, hem de yalan yere yemin ederek ölümle tehdit eder. O yaşta annesinin ve babasının her söylediğine inanan çocuk ise büyük bir korkuyla sütü kafasına diker. Önce elleri yanar çocuğun, sonra ağzı ve dili. Sütü yuttuktan sonra da yemek borusundaki acıyı hisseder. Ama en azından eskiciden kurtulmuştur. Nasıl bir istihbarat teşkilatı vardır ki eskicinin, sütünü içmeyen çocukları hemen teşhis etsin? Acaba evden birisi mi gammazlıyordur çocuğu, veya evi seyreden meraklı bir komşu? Peki devlet mi görevlendirmiştir eskiciyi: “Git, ne kadar sütünü içmeyen, uyumayan çocuk varsa getir. Madem büyümeye niyetleri yok, şimdiden imha edelim de arı ırkı yaratalım” diye?

Çocuk, uzun bir süre eskiciyi sadece “çocuk toplayan adam” olarak bilecektir. Ne kadar büyürse büyüsün ondan hep korkacaktır. Koskoca bir işadamı olduğunda bile eskicinin sesini duyunca irkilecektir. Ama olsun, sütünü içmiştir. Çocuğun psikolojisinin bozulduğuna değmiştir.



Eskici ise, pencerenin dışında, bütün bu konuşulan komplo teorilerinden habersiz sokakta gezmektedir. Dört bisiklet tekeri üzerinde giden tezgahını azimle itmektedir. Apartmanın pencerelerinden seslenen kadınlara, eski eşyalar karşılığında plastik kova, leğen, mandal, lavabo pompası… arabasında ne varsa verir.

Üç bölüme ayrılmıştır arabası. Üstteki tezgahta; kenarlarda takas aracı olmak üzere arabaya özenle yerleştirilmiş naylon eşyalar, ortada ise evlerden aldığı eskiler, bozuk çamaşır makineleri, buzdolapları, ütüler, parçalanmış elbise dolapları bulunur. Eşya seçmez eskici, hanımlar ona ne verirse versin, yaylı kantarında tarttıktan sonra uygun karşılığını vererek hurdayı alır. Eskicinin dünyasında öncelikli olan ağırlıktır. Onun için eski bir lavabo, bir bilgisayardan birkaç mandal daha değerlidir. Arabanın üçüncü bölmesi ise alt kısımdadır.

Eskicinin gün boyunca takip ettiği bir parkuru vardır. Sokakların arasında dev bir tur atıp evine döner. Ama her gün farklı yönden tamamlar parkurunu; bir gün düz, bir gün ters. Böylece sabah erken saatlerde önünden geçtiği evlerde uyanmamış kadınlar varsa, ertesi gün aynı evlerden akşamüstü geçip kadınları uyanık yakalar, bu sayede parkurundan maksimum verim almış olur.

Akşam olduğunda fakirhanesine gelmiştir eskici. Kasabanın dışında, gecekondu-kulübe arası bir evde yaşar. Önce evin arkasındaki boş alana gidip o gün takasta kazandığı eski eşyaları yığar. Daha sonra arabasının tekerleklerini kontrol eder. Kasabanın taşlı topraklı yolları, tekerleklerin sabrını epey zorlamıştır. Lastikte veya tekerde herhangi bir sorun varsa, orada bulunan aletleriyle gerekli tamiratı yapar. Evin dışındaki işi artık bitmiştir.

Arabasının sığacağı şekilde sonradan genişletilmiş kapısını açar ve arabasıyla birlikte içeri girer. Evde onu bekleyen kimse yoktur. Ayakkabılarını çıkarır, lavaboya gidip elini yüzünü yıkar. Perdeleri henüz açmaz, çünkü önce yemek yemesi lazımdır. Tek odalı evinin mutfak köşesindeki dolapların birinden kocaman bir kazan çıkarır ve ocağın üstüne koyar. Kendisi tarafından kazana sonradan eklenmiş parçaların yardımıyla kazanı ocağa tutturur, yerinden oynamasın diye vidalarını iyice sıkar. Sonra bir şişe fındık yağının tamamını kazana boşaltır. Ocağı yakar.



Ocak kısık ateşte kazanı ısıtırken, eskici arabasının üçüncü bölmesini açar. İçinden dört yaşında bir erkek çocuk çıkarır. Çocuk baygındır, veya uyuyordur. Çocuğu görünce kendi boğazını tutar. Gün boyunca çocuğun sesini bastırmak için ne kadar bağırması gerektiğini hatırlamıştır. Ocağın üzerindeki dolaptan boğaz pastilini çıkarır ve ağzına bir tane atıp kutuyu yerine koyar. Sonra işine geri döner. Çocuğun giysilerini özenle çıkarır. Artık uyanmasını sağlamak zorundadır. Çocuğu ocağın yanına getirir ve bir iki tokat atar. Çocuk kendine gelince sakalla kaplı suratı, kapkara gözleri, paçavradan giysileri ve kesif ter kokusuyla eskici amcayı görür. Eskici amcayı ilk olarak sokakta görmüştür. Ona arabasının altına bir top kaçtığını, kendisinin oraya girmek için çok büyük olduğunu söylemiş ve çocuktan yardım istemiştir. Çocuk da topu almak için “üçüncü bölme”ye girince bölmenin kapağı kapanmıştır. Çocuk uzun süre ağlayıp sızlamıştır ama sesini kimseye duyuramamıştır. En sonunda da sıcaktan bayılmıştır.

Karşısında eskiciyi gören çocuk tekrar başlar ağlamaya. Bu sefer eskicinin bağırıp çocuğun sesini bastırması gereksizdir, çünkü etrafta çocuğu duyacak kimsecikler yoktur. Güçlü kollarıyla çocuğu belinden kavrayıp yukarı kaldırır, kazanın üzerine götürür. Kızgın yağın sıcaklığını daha havadayken hisseden çocuk, dört yaşında olmasına rağmen başına geleceklerin farkına varmıştır…

Eskici tam bir deneme yanılma uzmanıdır. Kurulacak ideal tuzağı, ocağa tutturulan kazanı, fındık yağını hep deneyerek bulmuştur. “Bugün sütünü içtin mi?” diye sorar. Çocuk “hayır” anlamında başını sağa sola sallar. Eskici çocuğu kazana bırakır. Kızgın fındık yağının içine düşen çocuk, normal bir insanın çıkaramayacağı tizlikte haykırır. Bu işi defalarca yapmış olmasına rağmen, yine de bu duyma sınırını zorlayan ses karşısında eskicinin tüyleri diken diken olur. Çocuk ilk olarak aşırı sıcağın etkisiyle gözleri aktığı için kör olur ve saçları tamamen erir. Beş-altı saniyelik canıyla çığlıklar atarak kazanın içinde debelenir, ama kazan devrilmez.

Kazanı ocağa tutturmak için sonradan eklediği parçayı da yaşadığı bir tecrübe sonrasında geliştirmiştir. İri çocuklardan bir tanesi, kazanın içinde ölmemekte direnmiş, üstüne üstlük çırpınırken kazanı devirmiştir. Halının üzerinde, üstünden araba geçmiş bir köpek gibi inlerken, eskiciye doğru emekleyip ondan yardım etmesi için yalvarmıştır. Rengi koyu kahve olmuş, saçları, gözleri ve dudakları erimiş, yürüyen tombul bir et yığınına benzeyen hali eskiciyi çok korkutmuştur. Eline rastgele geçen satırı çocuğa rastgele bir şekilde indirmiştir. Sırtına gelen satır çocuğu yere yıkmıştır. Eskici satırı geri çektikten sonra çocuk yattığı yerden, dudakları olmadan “Anne!” diye inlemeye devam etmektedir. Satırı iki eliyle kavrayan eskici, bu sefer çocuğun kafatasına inmiştir. Sıcaktan zaten erimiş olan kafa çaprazdan ikiye ayrılmış, iri çocuğun beyni dışarı akmıştır. Kafa, bu haliyle insan kafasından çok içinden kokoreç çıkan kesmece bir karpuza benzemiştir. Eskici, çocuğun kalan parçalarını iri bir kaşıkla temizlemek zorunda kalmıştır.

Çocukların pişerken uyanık olması gerektiğini de deneyerek öğrenmiştir. Kendisi sebebini bilmemektedir ama çocuk pişerken uyanık olunca eti eskiciye daha lezzetli gelmektedir. İşin esası, bilinci yerinde olan çocuk kızgın yağa atıldığı zaman tüm vücuduna yüklü miktarda adrenalin salgılanmaktadır. Bu da eti –eskiciye göre- daha lezzetli yapar.

Eskici aslında yamyam değildir. Normal insanlardan tek farkı; insan etinin tadına bakmış olmasıdır. İnsanoğlunun alışkanlıklarındaki en önemli faktör “deneme”dir. Normal insanların (ne demekse) tiksindiği çoğu şeye bağımlı olmak, aslında sadece bir kere denemeye bakmaktadır. Nar gibi kızarmış bir bacağın yanında rakı içmeyi sever eskici. Ama bunu deneyerek bulmamıştır, rakı zaten her şeyin yanında iyi gider.

Yemeğini bitiren eskici, yemek artıklarını çöpe atamaz. Çöpte bulunan bir bacak kemiğinin şüphe uyandıracağından korkar. Üzerinde yer yer et parçaları bulunan kemiği dışarıya, evin arkasına götürür. Orada bulunan hurdaları birer birer kaldırıp toprağa ulaşır. Evin arka duvarına dayanmış olan küreğini alıp toprağı bir güzel kazar. Kazı çalışmaları sırasında birkaç minik kemik ve kurukafayla karşılaşır. Bacağı açtığı çukura attıktan sonra çukuru güzelce kapatıp hurdaları yerine koyar. Böylece kemiğin üzerindeki et parçalarını topraktaki kurtlar yer ve doğadan alınan doğaya iade edilmiş olur. Bu işi her gün yapmak eskiciye zor gelmektedir ama bağımlısı olduğu taze eti yiyebilmek için buna katlanmaya razıdır.

Bir şeyi daha deneyerek bulmuştur eskici. Pişen çocuğun midesinde süt varsa, o süt kaybolmaz, yüksek ısıda ete karışır. Bu da etin tadını bozar, bebek maması gibi yapar. O yüzden eskici, sadece sütünü içmeyen çocukları yer…

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://supertr.yetkin-forum.com
 
Korku Ve Gerilim Hikayeleri
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
SuperTR®,Online Oyunlar,Spor,Eğitim,Private Serverler :: HER TELDEN :: Korku Odası-
Buraya geçin: